Sözlükte "hapsetmek, alıkoymak; bir yere yerleşmek, oraya bağlanıp kalmak Bir yerde bekleme, durma ve kendini orada hapsetme. " anlamlarındaki akf kökünden türeyen i'tikâf. bu mânaları yanında kişinin kendisini sıradan davranışlardan uzak tutmasını, fıkıh terimi olarak da ibadet amacıyla ve belirli bir şekilde camide kalmasını İfade eder. Bir mescidde ibadet niyetiyle ve belirli kurallara uyarak inzivaya çekilmek demektir. Akıl bâliğ veya temyiz kudretine sahip bir müslümanın beş vakit namaz kılınan bir mescitte ibadet niyetiyle bir süre durması anlamında bir fıkıh terimi.
İ'tikâfa giren kimseye mu'tekif veya âkif denir.
İTİKÂF DELİLLERİ
İ'tikâfın meşruiyeti Kur'an ve Sünnet ile sabittir.
وَلاَ تُبَاشِرُوهُنَّ وَأَنتُمْ عَاكِفُونَ فِي الْمَسَاجِدِ تِلْكَ حُدُودُ اللّهِ فَلاَ تَقْرَبُوهَا كَذَلِكَ يُبَيِّنُ اللّهُ آيَاتِهِ لِلنَّاسِ لَعَلَّهُمْ يَتَّقُونَ
"Mescidlerde i'tikâfta bulunduğunuz zaman kadınlara yaklaşmayın" (el-Bakara 2/187) mealindeki âyetle Hz. Âişe'nin, "Resûl-i Ekrem ramazanın son on gününde i'tikâfa girerdi. O bu âdetine vefatına kadar devam etmiştir. Sonra onun ardından hanımları i'tikâfa girmiştir" (Buhârî, "İ'tikâf", 1; Müslim, "İ'tikâf", 5) şeklindeki rivayeti bunun delillerini teşkil eder.
İTİKÂF TARİHİ
Allah'a tam bir teslimiyet içeri¬sinde ibadet ve taatte bulunmak amacıy¬la zamanının belirli bir kısmını ayırması ve bu esnada meşru bile olsa her türlü nefsânî ve şehevî arzulardan uzak durması, kişinin manen olgunlaşması için önemli vesilelerden biridir. Zorunlu ibadetlerin yanı sıra nafile ibadetler de bu konuda önem taşımakta, dinî duygu ve düşüncenin yoğun bir şekilde yaşandığı, mümkün olduğu ölçüde maddî ilgilerden uzaklaşarak yüce yaratıcıya yönelinen bir ortam, insana derin bir manevî ufuk ve imkân sunmaktadır. Bu bakımdan i'tikâf yalnız İslâm ümmetine has bir ibadet olmayıp vahiy geleneğine sahip hemen bütün dinlerde muhtelif şekillerde gerçek¬leştirilen köklü bir gelenektir;
İslâmî öğreti içinde de Hz. İbrahim ve oğlu İsmail zamanından beri devam edegelen bir sünnet olarak bilinir. Nitekim,
وَإِذْ جَعَلْنَا الْبَيْتَ مَثَابَةً لِّلنَّاسِ وَأَمْناً وَاتَّخِذُواْ مِن مَّقَامِ إِبْرَاهِيمَ مُصَلًّى وَعَهِدْنَا إِلَى إِبْرَاهِيمَ وَإِسْمَاعِيلَ أَن طَهِّرَا بَيْتِيَ لِلطَّائِفِينَ وَالْعَاكِفِينَ وَالرُّكَّعِ السُّجُودِ
"İbrahim ve İsmail'e: Evimi onu ziyaret edenler, ibadet için orada kalanlar (âkifîn), rükû ve secde edenler için tertemiz tutun diye ahid söz aldık-emir- verdik" (el-Bakara 2/125) mealindeki âyet bir yönüyle buna işaret etmektedir.
İTİKAF ÜÇE AYRILIR:
Vacip, sünnet ve mendup (müstehap) olmak üzere üçe ayrılan i'tikâf çeşitleri arasında özellikle i'tikâfı bozan şeylerle süre açısından bazı farklılıklar bulunmak¬tadır.
a. Vacip olan itikâf: İ'tikâf adan¬ması halinde vacip olur. Adak olan itikâf vaciptir. Bu, en az bir gün olur ve gündüz oruçla geçirilir. Hz. Ömer, Resulullah (s.a.s)'den, "Cahiliyye devrinde Mescid-i Haram'da bir gece itikâfta bulunmayı adamıştım; ne yapayım" diye sormuş Resulullah (s.a.s); "Adağını yerine getir" buyurmuştur (Buhârı, i'tikâf, 16; Ahmed b. Hanbel, ll, 10).
Vacip i'tikâfa giren, "Allah rızâsı için »meselâ- on gün i'tikâf yapacağım" diyerek adakta bulunan kişi, fecr-i sadık doğmadan-tan yeri ağarmadan (imsak vaktinden) önce i'tikâf için belirlediği bir mescide, "Yâ rabbi! Senin rızan için üzerime vacip olan i'tikâfı eda etmeye niyet ettim" diyerek girer ve adadığı i'tikâf günleri süresince oruç tutar, mescidin bir köşesinde ibadetlerini yapar. Nezrettiği son günün akşam namazından sonra i'tikâftan çıkar.
b- Sünnet olan itikâf: Ramazan'ın son on gününde itikâfa girmek sünnettir. Hz. Âîşe'nin rivayet ettiğine göre Hz. Peygamber (s.a.s) orucun farz kılınmasından ömrünün sonuna kadar Ramazan aylarının son on gününde itikâfa girmiştir (Ahmed b. Hanbel, Müsned, II, 67, 129). Bir yerleşim merkezinde bulunan müslümanlardan birisi bu sünneti yerine getirirse, diğerleri üzerinden bu görev düşer. Hanefî mezhebine göre i'tikâf, sünnet-i kifâye grubunda yer aldığından bazı müminlerin bu ibadeti yerine getirmesiyle sünnet ihya edilmiş sayılır. Bu duruma göre her yerleşim birimi için itikâf sünnet-i kifâye hükmündedir. Bir kişinin bunu yapması o beldedeki diğer müslümanları sorumluluktan kurtardığı gibi Cenâb-ı Hakk'ın itikâf yapanın ecrini diğer belde müslümanlarına da vereceği umulur.
c- Müstehab (mendub) olan itikâf: Vacip ve sünnet olan itikâfların dışında itikâfa girmek müstehabdır. Bunun belirli bir vakti yoktur. Hatta mescide giren kimse çıkıncaya kadar itikâfa niyet ederse orada kaldığı sürece itikâfta sayılır. Bu itikâfda oruç şart değildir. Bazı müctehidlerin, itikâf süresinin bir saat bile olabileceği görüşünde bulundukları zikredilmiştir.
Hz. Peygamber'in tatbikatından hareketle âlimler, oruçlunun özellikle ramazanın son on gününde itikâfa girmesini müstehap kabul etmişlerdir. Hatta Hanefîler, Hz. Peygamber'in bunu devamlı yapmış olmasından hareketle itikâfı kifâî nitelikte müekked sünnet saymıştır.
İ'tikâf fakihlerin çoğunluğuna göre sünnet, bazılarına göre ise menduptur. Sünnet olduğunu söyleyenlerin bir kısmı i'tikâfı her zaman müekked sünnet görürken diğerleri Resûl-i Ekrem'in uygulamasından hareketle ramazanda, özellikle de bu ayın son on gününde sünnet-i müekkede niteliği kazandığını belirtirler.
İTİKÂFIN ŞARTLARI
İ'tikâfın sahih olabilmesi için i'tikâfa giren kimsenin cünüplük, hayız ve nifas gibi hallerden temizlenmiş bulunması ve i'tikâf için niyet etmesi şarttır.
1- Niyet; Niyetsiz itikâf olmaz. Nezredilen itikâfda niyetin ayrıca dil ile ifade edilmesi gerekir.
2- Mescid: İ'tikâfın camide ifa edilmesi gerekir. Erkeğin, itikafı cemaatle beş vakit namaz kılman mescidde olmalıdır.
Hanefî ve Hanbelî mezheplerine göre cuma kılınan camilerde i'tikâfa girmek daha faziletli olmakla beraber cemaatle beş vakit namaz kılınan bir mescidde i'tikâfa girmek de sahihtir. Ebu Hanife'ye göre içinde beş vakit namaz kılınan her mescidde itikâfta bulunmak caizdir.
Mâliki ve Şâfiîler'e göre ise i'tikâf herhangi bir mescidde sahih olmakla birlikte kendisine cuma farz olan kimsenin bir hafta veya daha çok bir süre i'tikâf yapmayı adaması halinde cuma kılınan bir camide i'tikâfa girmesi gerekir.
KADINLAR İTİKAFA NEREDE GİRERLER?
Öte yandan çoğunluğa göre kadınların da erkekler gibi i'tikâfa camide girmeleri şarttır. Hanefî fakihleri onların evin münasip bir yerinde i'tikâfa girmelerini tercih etmiştir. Kadınlar evlerinin bir odasında itikâfa girerler. Hanefi mezhebine gore mesciddeki itikâf erkeklere mahsustur. Kadınlar evde mescit edindikleri bir yerde itikâfta bulunabilir (ez-Zebîdî, Tecrîd-i«Sarîh, Terc. Kamil Miras, Ankara 1984, VI, 323-326).
3- Oruç: Vacip olan itikâf için oruç şarttır. Sünnet itikâf, Ramazan ayında olduğu için zaten oruçlu bulunma şartı vardır. Hanefiler'e göre sadece vacip olan i'tikâflarda oruç tutmak şart iken Mâlikîler'e ve Ca'ferîler'e göre müstehap olan i'tikâfta da oruç şarttır. Şafiî ve Hanbelîler ise i'tikâfın hiçbir çeşidinde orucu şart kabul etmez.
4- Temizlik: Kadınların hayız ve nifastan temiz olmaları gerekir. Cünüplük oruca mani olmadığı gibi itikafı da bozmaz. İtikâfa giren, cami içinde iken ihtilâm olursa, dışarı çıkarak gusül abdesti alır ve yeniden itikâfa devam eder.
Mükellef olmak şart mıdır?
İtikâf bir ibadet nevi olduğundan İtikâfa girenin mükellef olması, itikâfa bir mescidde girmesi ve niyet etmesi gerekli görülür. Hatta bazı alimlere göre i'tikâf için bulûğ şart olmayıp ibadet ehliyetine sahip olmak, yani temyiz çağına ulaşmak yeterlidir. İtikâfta erginlik çağına gelmiş olmak şart değildir. Bu nedenle mümeyyiz bir çocuğun itikâfı da geçerlidir.
Kadının itikâfa girebilmesi için kocasının iznini alması şarttır.
İTİKÂFTAKİ KADININ YEMEK PİŞİRMESİ
Kadın itikafta iken kocası için yemek pişirebilir mi?
Konunun anlaşılabilmesi için şu bilgileri hatırlamamız gerekir.
1- İtikâfin mescidde yapılması şarttır. Buna göre eğer kadın evinin bir köşesini mescid edinmemişse onun itikâfi da sahih olmaz.
2- Kadının itikâfı ancak kocanın izni ile sahih olur. Kocası kendisine itikâf için izin verdikten sonra artık ona engel olamaz. Çünkü zevceye verilen izin, onun menfaatlerini kendi mülküne vermek (temlik) demektir. Kadının da mülk edinme ehliyeti bulunduğu için bundan dönülemez.
3- Kadının itikâf adâması (böylece itikâfı kendisine vacip kılması) sahih ise de, bu adağını yerine getirmesi kocamın iznine bağlı bulunduğundan, izinsiz olarak itikâf adayan kadınin kocası bundan engelleyebilir.
4- Bir ay itikâfa izin veren kocanın zevcesi aralıksız itikâf yapmak istediğinde kocası ona parça parça itikâf yapmasını emredebilir.
5- İtikâfa girenin yemesi, içmesi, uyuması, kendisi ya da çoluk çocuğu için muhtaç olduğu şeyi satın alması mescidde olur. Bunlar için çıkarsa itikafı bozulur.
6- Yukardaki biIgiler vacip olan.(yani adanmış, nezredilmiş bulunan) itikâflar içindir. Nafile itikâflarda hareket serbestisi biraz daha fazladır. Buna göre kocası kendisine "yemesini pişirme" şartı ile, izin veren, ya da nafile itikâfa girerken bu niyetle giren kadın, çıkıp evinin yemeğini pişirebilir.
7- Yalnız gündüzleri itikafa niyet etmek de sahih olduğu için, böyle niyet eden bir kadın da geceleri (oruç tutulmayan saatler) çıkıp ev işlerini yapabilir. (Allah'u alem)
İTİKAFIN SÜRESİ
Ebu Hanife ve İmam Mâlik'e göre itikâfın nâfile olarak en azı bir gündür. Ebû Yusuf, en az süreyi, bir günün yarıdan çoğu olarak belirlerken İmam Muhammed itikâf için bir saati de yeterli bulur.
Bir adaktan dolayı değilse i'tikâf rama¬zanda ve ramazan dışında olabileceği gibi belirli bir süreye de tâbi değildir. İ'tikâf niyetiyle camide birkaç saat veya birkaç gün kalmak yeterlidir.
Mâlikîler'e göre sahih bir i'tikâfın en az süresi bîr gün, bir gecedir. Diğer mezhepler çok kısa bir süre durmayı yeterli görmekle birlikte en az bir gün kalmayı tavsiye etmişlerdir.
İTİKÂFI BOZAN ŞEYLER
a- Cinsi ilişkide bulunmak. Kur'an-ı Kerimde; "Mescidlerde itikafa çekildiğinizde kadınlarınıza yaklaşmayın " (el-Bakara, 2/187) buyurulur. Bu ayete göre i'tikâfta iken cinsel ilişkide bulunmak bütün mezheplere göre i'tikâfı bozar. Çoğunluğa göre bu amaçla dokunma, öpme de böyledir. Öpmek ve kucaklamak gibi şeylerden dolayı inzal vaki olursa yine itikâf bozulur.
b- Bayılmak. Akıl ve temyiz gücünü gideren sarhoşluk, akıl hastalığı ve bayılma gibi hallerle hayız ve nifas gibi durumlarda da i'tikâf bozulur.
c- Herhangi bir ihtiyaç yokken mescidden dışarı çıkmak. İtikâfa giren kimse mescidden ancak şer'î, zaruri ve tabiî ihtiyaçları için çıkabilir.
İtikâfa giren kimsenin bulunduğu mescidde cuma namazı kılınmıyorsa, cuma namazını kılmak üzere başka bir mescide gitmesi, küçük ve büyük abdest bozmak için mescidden dışarı çıkması tabiî bir ihtiyaçtır.
İçerisinde bulunduğu mescidden zorla çıkarılması ya da şahsı ve eşyası hakkında korkusu sebebiyle başka bir mescide taşınmak için çıkması ise zarûrî ihtiyaç sebebiyle çıkıştır.
Bunların dışında mescidden çıkmak itikâfı bozar. İtikâfda olan kimsenin yemesi, içmesi, uyuması ve ihtiyacı olan şeyleri satın alması mescidde olur (bk. İbn Âbidîn, Reddü'l-Muhtâr, İstanbul 1984, II, 440 vd.; ez-Zebîdî, a.g.e., VI, 323 vd.; Mehmed Zihnî, Ni'met-i İslâm, İstanbul 1328, s. 98 vd.).
İ'tikâfta bulunan kimse abdest ve gusül gibi tabii ihtiyaçları için dışarı çıkabilir. Şâfiîler, yeme içme için de dışarı çıkabileceğini belirtirken diğer üç mezhebe göre ihtiyaç duyacağı şeyleri kendisine getirecek birinin bulunması halinde dışarı çıkması i'tikâfı bozar. Hasta ziyareti veya cenaze namazı için dışarı çıkmanın i'tikâfı bozacağı hususunda görüş birliği vardır. Hanefîler'e ve Mâlikîler'e göre unutarak mescidden çıkma, i'tikâfı bozarken diğer iki mezhebe göre bozmaz. Doktora gitmeyi veya yatmayı gerektirecek bir hastalık durumunda dışarı çıkma üç mezhebe göre i'tikâfı bozmaz, Hanefîler'e göre ise bozar.
Cuma namazı kılınmayan bir camide i'tikâfa giren kimsenin cuma namazı için dışarı çıkması Hanefîler'e ve Hanbelîler'e göre i'tikâfı bozmaz; Şafiî ve Mâlikîler'e göre ise bozar; çünkü önceden süreyi ayarlama veya cami seçimi yapma imkânı vardır.
Ayrıca Mâlikîler'e göre vacip ve mendup i'tikâflarda oruç şart olduğu için orucunu bozanın i'tikâfı da geçersiz olur.
İTİKAF BOZULDUĞUNDA KAZASI GEREKLİ MİDİR?
Şafiî ve Hanbelî mezhepleriyle Hanefî mezhebindeki hâkim görüşe göre, bozulan sünnet bir i'tikâfın tamamlanması veya kaza edilmesi gerekli değildir. İstenirse yeniden i'tikâfa girilebilir.
Mâlikîler'e göre ise adanan (vacip) i'tikâfta olduğu gibi bunun da kaza edilmesi şarttır.
İtikâfın Adabı
1-İtikâf sırasında kötü ve çirkin söz söylememek,
2-Ramazanın son on gününü ve cemaatı kalabalık olan mescidi tercih etmek, İtikâfın en faziletlisi Mescid-i Haram'da, sonra Mescid-i Nebevî'de ve sonra da Mescid-i Aksa'da olandır. Diğer mescidlerdeki fazilet cemaatin çokluğuna göre değişir.
3-itikâf günlerinde Kur'an, hadis, Allah'ı zikir ve ibadetle meşgul olmak
4-temiz elbise giyip güzel kokular sürünmek itikâfın adabındandır.
İ'tikâfa giren kimsenin gücü yettiği kadar namaz kılması, Kur'an okuması, istiğfar etmesi, dua ve niyazda bulunması, kelime-i tevhid ve tekbir getirmesi, Allah'ın varlığı, birliği, kudreti hakkında düşünceye dalması, gereksiz şeyler konuş¬maması, başta Hz. Peygamber'in hayatına dair kitaplar olmak üzere dinî-ilmî eserler okuyarak vaktini değerlendirmesi müstehaptır.
İslâm büyüklerinden meşhur Atâ Horosânî (rahmetullahi aleyh) demiştir ki;
"İtikaf yapan kimse; İhtiyacından dolayı büyük bir zatın kapısında oturup, ihtiyacımı yerine getirmedikçe buradan ayrılıp gitmem diye yalvaran bir kimseye benzer ki, Allah Teala'nın bir mabedine sokulmuş, beni bağışlamadıkça buradan ayrılıp gitmem demektedir."
Bir müminin her gün azalmakta olan hayat günlerinden istifade ederek böyle kudsi bir yerde bir müddet ezeli yaratıcısına olanca varlığı ile yönelip saf bir kalp ile, tertemiz bir dille ibadet ve itaat da bulunması, manevi bir zevke dalması ne müstesna bir ganimettir.
İtikaf eden kimse bütün vakitlerini namaza tahsis etmiş demektir. Çünkü bilfiil namaz kılmadığı vakitlerde de mescit içinde namaza hazır bir haldedir. Bu namaza hazır olma hali ise, namaz hükmündedir.
Özetle itikaf sayesinde insanın maneviyatı yükselir, kalbi nurlanır, simasında kulluk nişaneleri parlar, feyizlere erişmiş olur. Ne mübarek, ne güzel bir hayat ânı !..
Hadis kaynakları Hz. Peygamber'in Medine'ye hicretten sonra her yıl ramazanın son on gününde itikâfa çekildiğini, hanımlarının da genelde Resûl-i Ekrem'le birlikte itikâf yaptığını nakleder (Buhârî, "î'tikâf", 3; Müslim, "Hayz", 6; Tirmizî, "Savm", 80). Peygamberimiz'in ramazanın son on gününde daha fazla ibadet ettiği bilinmektedir. Âişe validemizin belirttiğine göre Resûl-i Ekrem ramazanın son on gününe girildiğinde bütün geceyi ihya eder; ailesini uyandırır ve kadınlardan ayrı kalırdı. Peygamber (s.a.v.) Medine'de iken Ramazan ayında ayın ortalarında Mescid'de on günlük bir inzivaya çekil¬meyi (itikafı) adet haline getirmişti, arkadaşlarından bazıları da ona katılırlardı. Fakat o yıl kararlaştırılan on günden başka bir on gün daha mescidde kaldılar. Yani Ramazan'ın son yirmi gününü itikafta geçirdiler.
Rasûlullah (s.a.s.)'in hicreti, Peygamberliğin 13'üncü yılında, 12 Rebiulevvel / 23 Eylül 622'de olmuştur. Bu tarih aynı zamanda Peygamber Efendimizin 53'üncü doğum yıldönümüdür.
Oruç hicretten bir buçuk sene sonra şaban ayının 10. günü cihadın farz kılınmasından ve bedir savaşından önce Peygamber Efendimiz 55 yaşındayken farz kılınmış. Bu ilk farz orucun tutulmaya başlandığı Ramazanda Medine'nin 130 km. güneybatısında Bedir Savaşı 14 Mart 624 (Hicrî: 17 Ramazan 2) de gerçekleşmiş.
Peki Bedir Savaşında peygamberimiz ve ashabı oruç tutmuş mu?
İbn Müseyyeb (r.a.)’den rivâyet edildiğine göre kendisine savaşta oruç tutmanın hükmü soruldu da; Ömer b. Hattâb’ın şöyle dediğini aktardı: “Ramazanda Rasûlullah (s.a.v.) ile beraber iki savaşa katıldık BEDİR ve MEKKE FETHİ ikisinde de oruç tutmadık.” (Tirmîzî rivâyet etmiştir.)
� Bu konuda Ebû Saîd’den de hadis rivâyet edilmiştir.
Tirmîzî: Ömer (r.a.)’in hadisini ancak bu şekliyle bilmekteyiz. Ebû Saîd (r.a.)’ın Rasûlullah (s.a.v.)’den aktardığına göre Rasûlullah (s.a.v.) bulunduğu bir savaşta oruç açmayı emretti.
Ömer b. Hattâb’tan da buna benzer bir hadis rivâyet edilmiş olup Rasûlullah (s.a.v.) düşmanla karşılaştığında oruç yemeye izin verdi. Bazı ilim adamları da aynı şekilde söylerler.
Demek ki o yıl farz orucun emredildiği Ramazan ayı 26 şubatta başlamış. Rivayetlere göre Peygamber Efendimiz, Ramazanın 8inde veya 12sinde Medineden 330 kişilik ordusuyla ayrılmış, ashabının büyük çoğunluğu Medinede kalmış, Bedir'e gidiş-dönüşleri yaklaşık 15 gün sürmüş, Rasul-i Ekrem, toplam 9 Ramazan orucu tutmuş ve itikafa girmiştir.
Her Ramazan'da Cebrail (as) gelir ve Peygamberimizin hafızasında vahiyden bir bölümün silinip silinmediğini anlamak için onu kontrol ederdi. Bu yıl Peygamber (s.a.v.) Fatıma (r.anha)'ya gizlice henüz başka¬larına söylenmemesi gereken bir sır verdi: «Her yıl bir kez Cebrail bana Kur'an'ı okur ben de ona okurum: fakat bu yıl bana iki kez okudu. Zamanımın geldiğini düşünüyorum». Gerçekten Peygamber Efendimiz, 20 gün itikaf ve iki kez mukabele yaptığı son Ramazanından ve Veda haccından Medine'ye dönüşünden 79 gün sonra Hicret'in onbirinci yılının RebiüI-Evvel ayı- Tam Pazartesiye denk gelen onikinci günü yani 8 Haziran 632'de vefat etti. Çok dikkat çekicidir ki 12 Rebiulevvel pazartesi hem Peygamberimizin doğum günü (20 Nisan 571) hem hicret ettiği gün (23 Eylül 622) ve vefat ettiği gündür.(8 Haziran 632)
İTİKAFIN FAYDALARI
1-İtikâfa girmek, nefsi yasaklardan korumada daha etkili bir yöntemdir.
2-ramazanın son on gününde olması tahmin edilen Kadir gecesine rastlama imkânı ve umudunu da arttırır.
3-İtikâf, insanı dünyevî meşgalelerden uzaklaştırıp daha fazla ibadete vesile olması yanında, genel anlamda hayatın anlamı üzerinde tefekkür etme imkânı da sağlar. İnsanların zaman zaman böyle derin tefekküre ihtiyacı vardır. İtikâf bu tefekkürü gerçekleştirmek için bir fırsat olarak kullanılabilir.
İbn Kesir: Kur'an-ı Azîm orucu zikrettikten sonra, i'tikâfı bahis konusu yapmıştır. Oruç¬tan sonra i'tikâfın zikredilmesi Allah Teâlâ tarafından i'tikâfın oruçlu iken yapılmasına dikkatleri çekmek içindir. Ya da Ramazân ayının son günlerinde i'tikâfa girmeyi teşvik içindir. Sünnet-i seniyye'de sabit olduğuna göre, Rasûlullah (s.a.) Ramazân ayının son on günün¬de i'tikâfa girermiş. Allah Azze ve Celle onu kendi katma yücelttiği zamana kadar böyle yapmıştır. Sonra eşleri de aynı şekilde i'tikâfa girmişlerdi. Buhârî ve Müslim'in Sahîh'inde mü'minlerin annesi Hz. Âişe ve Safiyye'nin Hz. Peygamber mescidde i'tikâfta iken onu ziyaret ettikleri nakledilmiştir.
İ'tikâfa özellikle ramazan ayının son on gününde girilmesi, Kadir gecesini de ihya etme fırsatı vereceği için ayrı bir önem taşır. Hz. Âişe,
وعَنْهَا رَضَيَ اللَّه عَنْهَا ، قَالَتْ : كَانَ رسُول اللَّهِ صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم : « إِذا دَخَلَ العَشْرُ الأَوَاخِرُ مِنْ رمَضَانَ ، أَحْيا اللَّيْلَ ، وَأَيْقَظَ أَهْلَه ، وجَدَّ وَشَدَّ المِئزرَ » متفقٌ عليه .
"Resûl-i Ekrem ramaza¬nın son on gününde ibadet için yoğun bir gayret içine girer, gecesini ihya eder ve ibadet için aile fertlerini uyandırırdı ciddiyetle ibadete soyunur ve eşleriyle ilişkiyi keserdi." demiştir (Buhârî. "Fazlu leyleti'l-Kadr", 5; Müslim, "îtikâf", 7).
hadiste de açıkça görüldüğü gibi Hz. Peygamber, ramazan ayı girince diğer günlerden daha fazla ibadet ederdi. Özellikle ramazanın son on gününde bu mübarek ayın diğer günlerinden daha fazla kendisini ibadete verirdi. Bu ifadeler, onun ekseriyetle ramazanın son on gecesini ihya ettiğini göstermektedir. Efendimiz'in bu hareketi, daha doğrusu bu fiilî sünneti, Kadir gecesinin bu günler içinde olduğunu ve onu ihyâ etmiş olmak için, Kadir gecesinin bulunması muhtemel olan günlerin hepsini değerlendirmeye çalıştığını göstermektedir. Ayrıca hanımlarıyla ilişkiyi kesip onları da ibadet etmeleri için uyandırması o gecelerin bulunmaz birer fırsat olduğunu anlatmaktadır.
Hadislerden Öğrendiklerimiz
1. Kadir gecesi ramazan ayının son on günü içindeki tek gecelerden biridir.
2. Kadir gecesini ihyâ etmek isteyenler ramazanın son on günü içindeki geceleri ihyâ etmelidir.
3. Hz. Peygamber hem sözlü olarak hem de fiilî olarak Kadir gecesinin ramazanın son on günündeki gecelerde olduğuna işaret etmişlerdir.
4. Kadir gecesi gibi müstesna fırsatları kaçırmamak için dikkatli davranmak, hatta ev halkını da bu konuda uyarmak sünnettir.
5. Ramazan ayında her zamankinden daha fazla ibadet etmek, son on gününde de diğer ramazan günlerinden fazla ibadete gayret etmek Peygamber Efendimiz'in sünnetidir. O halde bu konuda ona uymaya çalışmak gerekir.
Bilinen bir gerçektir ki Resûl-i Ekrem Efendimiz ramazan gelince kelimenin tam anlamıyla "kulluğa soyunur", zikri, Kur'an okumayı, hayır hasenat yapmayı artırırdı. Ramazanın son on gününde de i'tikâf yapardı. Onun bu âdeti muhtelif sahâbîler tarafından nakledilmiştir. ikinci hadîs-i şerîf, Hz. Âişe vâlidemizin konuya ait müşâhedesini yansıtmaktadır: Ramazan ayının son on günü girdiğinde Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem geceleri ihya eder, ev halkını uyandırır, ibadete soyunur ve eşleriyle ilişkiyi keserdi.
Kısaca bir daha belirtecek olursak Resûl-i Ekrem Efendimiz'in ramazan ayında artan cömertliğinin iki ana sebebi olduğu anlaşılmaktadır. Birisi, Cebrâil aleyhisselâm ile karşılaşmak. İkincisi Cebrâil aleyhisselâm ile Kur'an mukâbele etmek, yani karşılıklı Kur'an okumak... Ayrıca ramazanın son on gününde ibadeti arttırması da "bin aydan daha hayırlı" Kadir gecesinin bu on gün içindeki tek gecelerde bulunmasından ve o gecenin ihyâsına ümmetin dikkatini çekmek istemesinden dolayıdır.
Bu iki hadiste dikkatlerimize sunulan Efendimiz'in fiilî sünneti, ramazanda nasıl hareket etmemiz gerektiği konusuna tam bir açıklık getirmektedir.
Hadislerden Öğrendiklerimiz
1. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem insanların en cömerdi idi.
2. Efendimiz'in cömertliği ramazan ayında bir kat daha artardı.
3. Ramazanda sâlih kişileri ziyaret etmek ve Kur'an okumak çok sevaptır.
4. Kur'an'ı ramazanda her zamankinden daha fazla okumak müstehaptır.
5. Ramazanın son on gününde her türlü iyilik ve ibadeti arttırıp geceleri ihyâ etmeye çalışmak, Hz. Peygamber'in izini takip etmek anlamına gelir.